15.2.10

doğ(d)um

kulağımda cem adrian'ın sesinden doğma bir inilti. milim milim inliyor. "nereye gidiyorsun..."diye sorular sıralıyor bilinmezliği bile bile. üstüne gidiyor hem geçmişinin hem de geleceğe tanık o uysal bedeninin serinliğinde...ve tenhalığında inceliğinin...ve biraz da ürkmüş, ıssız sadeliğinin izinde.

yükses sesli bir tiradı duyumsuyor gözlerimde yangın alevi, korkmuş gibi yapıyor; yürekle kükrüyorum. gecenin en geç / günün en genç saatleriyle birlikte. yazarak yaşıyorum. yalnız kalıyorum. yaşıyorum. ve yaşadıkça yalnız, yazıyorum...

usul usul usuma sokuluyor susmayı yemin bilmiş ince bir sezen şarkısı. eğiliyor kulak eşiğime, diz çöküyor. sözler söylendikçe, sözleşmiş gibi kulaklarım, ılık bir kan akışkanlığında birbirine yaklaşıyor. eriyor, eriyorlar..."kınalı kuzum..."anne(m) edasıyla sesleniyor kendine nota görünümü vermiş ince uçlu hançerler. dokundukça tenime, batıyor ama acıtmıyorlar. kanım bana ait değilmiş gibi öylece akıp gidiyor. baharda özgür kalmış nehir gibi...

gözlerimi yüzyılına yaklaşmış o çınar gibi deviriyorum. dünya altımda kalıyor. ilk defa acımıyorum ona. yer kabuğu, gök zarı. herbiri kırılıp, yırtılıyorlar bir yerinden. el sürmüyorum. dirim çekilmiş gibi solgun ve bir o kadar da yorgun ellerim. ve bir kez daha yineliyorum içimden o nakaratları.

kendini ağaç sanan yılgın bir çiçek duruyor saksıda.
onun yerine de üşüyorum
gece ayazın elinden tutup kaldırınca,
karşı kaldırımda uyuyan köpeğe dokunuyor gözlerim
içi ürperip uyanıyor.
kaçan uykusunu yastık yapıyorum kendime
içim ısınıyor
düş'ü(şü)mü (d)uyumsuyorum.
tozlu kitapların masalarıda unutulmuş ince dokuma kaftanlar gibi
solgun ama asil
eprimiş ve bir o kadar da başı dik duruyorum.

son bir nefes gayretle ölünün ağzına ney tutuyorum
ney susuyor,
ezgi susuyor...
bundan sonra daha yakınım biliyorum:
ben hariç her şarkı ebedi.
bir güneşi doğuruyorum
bir de otuza iki kalmış yirmi sekiz yıllık bir bedeni...

20.12.09

baygındım/ölüydüm/yüzüyordummorbirsuda/
gözümkapalıydı/konuşmuyordum/
oyunbitmezkidiyordum/vezireçıkıyordum/
vezirleribenimdiyeşillerin/almıştım/
alıyordumartık/karşıkarşıyagelmiştik/
oyunbitmezkibitmezkibitmezki
küçük not: b.karasu'nun metinlerinde her şeyi görebilirsiniz;
hiçbir yere bağlanamayan, yalnız bir "ve" bağlacı dışında...

12.12.09

sevgilerde

(şairin ölümüdür 13 aralık...)

sevgileri yarınlara bıraktınız
çekingen, tutuk, saygılı.
bütün yakınlarınızsizi yanlış tanıdı.

bitmeyen işler yüzünden
(siz böyle olsun istemezdiniz)
bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi
kalbinizi dolduran duygular
kalbinizde kaldı.

siz geniş zamanlar umuyordunuz
çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek.
yılların telâşlarda bu kadar çabuk
geçeceği aklınıza gelmezdi.

gizli bahçenizde
açan çiçekler vardı,
gecelerde ve yalnız.
vermeye az buldunuz
yahut vaktiniz olmadı.


behçet necatigil

tom'un kedisi


tom'un kedisi


kalp krizi geçirdi


iki ay kadar önce.


daha doğrusu,


veteriner öyle dedi.


ağaçtan düşmüştür bence.


sağ ön ayağı felç,


aklı hep başka yerde gibi.


zaten yaşlı bir kediydi.


yürüyebilsin diye,


o bacağı kesmek gerekti.


ağır ağır geziniyor şimdi.


yine çok zaman dalgın sanki,


hareketleri yavaş, kendince,


bazen de ama belli ki keyifli.


dün gördüm bahçede,


bir kuşa doğru seğirtti,


yalpaladı biraz, doğruldu.


o bacağın yokluğu


hiç aklında değildi belli ki.


birden aklıma geliverdi:


kediler de insanlar gibi


çabuk alışıyor demek eksikliğe


eskiden varken artık olmayan şeylere.


gençlik. ölen dost. eski sevgili.


kediler de bizim gibi


yaşayabiliyor demek eksile eksile.


roni margulies

8.12.09

kapı


çalınır

kim ne getirir

vazgeçemediklerin

anahtarları vardır.


sezilir

kim ne zaman gelir

yatağında uyuyan bir kedi

söyler içindeki türküyü


insan bazan o kadar yalnızdır.

yoğun günler yorgun günler...günler sarmal...günler yay...günler...günler...

gerçekler nerde, hüzünler çoğalmış
aşk için kurduğum düşlerin yerini,kocaman yanılgılar almış
geriye dönemem, ölümden beterdir yenilgiler
gözyaşlarım birer birer, uykularımda toplanmış

gece oldu, sözüm bitti, uykum geldi, yatağım boş, üşüyorum, nerdesin
tükendim artık, sen yoktun, hiç olmadın, ben ağladım, sen güldün, nerdeyim

sevgiler nerde, gerçekler yalanmış
aşk için kurduğum düşlerin yerini, kocaman yanılgılar almış
günleri geçiremem, kalbimden düşer sevişmeler
gidişlerim birer birer, özleminde çoğalır

gece oldu, sözüm bitti, uykum geldi, yatağım boş, üşüyorum, nerdesin?
tükendim artık, sen yoktun, hiç olmadın, ben ağladım, sen güldün, nerdeyim?


dinlenesi...izlenesi...
http://www.youtube.com/watch?v=N-bj9HpGTOA

25.11.09

mektup

...mektubun gelişiyle havalanan içimdeki kuş yavaş yavaş kanatlarını susturuyor, kendine tüneyecek bir dal arıyordu. zarfı açtım. yüreğimin ve beynimin; anılarımın ve yarınımın üstünde benekli lekeler bırakacak o zarfı açtım. içimde duyduğumla, içinde bulduklarım bambaşka şeylerdi. keşkelerimin iyi ki’lerimden fazla olacağı korkusu filiz verdi yendien, içimde. korku ve heyecanla okudum. yüzyıllar sürecek bir masal edasıyla yazılmış, eti topu üç dakika süren, ucuz; ilaç firmalarının bedelsiz dağıttığı not defterlerinin birinden kopma küçük bir not kağıdına yazılı; ömrümün özeti mektubumu okumayı bitirdim. korkularımla yüzleşmenin huzuru vardı şimdi. evet. hiçbir şey olmamıştı. her şey aynı ve sakindi. değişen olmamıştı. mektubu yavaşça kat izi belirgin yerlerinden özenle katlyıp yuvasına koydum. incitmedim. zarfın yüzünü yüzüme çevirdim. işte o an ne olduysa oldu. zarfın üstüne ince ellerle işlenmiş bir el yazısından çıkma: senin için, hep sana… sözcüklerinden bir harf, diğer sözcüklerden, zarfın üstündeki bu kısa ama derin metinden kopmak, uzaklaşmak istercesine büyümeye ve dağılmaya başladı. sonra bir diğeri ve bir diğeri…derken tüm harflerin harf harf, hece hece, sözcük sözcük örgütlenişini; büyüyyerek dağılışlarını gördüm. yazılar büyüyor, dağılıyor, solgun bir desen haline geliyordu mürekkep. zarf ıslanıyordu. ağlıyordum…

24.11.09

öncesi...

damlaların kendinden geçercesine dans ettiği bir yağmur günüydü. gökteki bulutlardan gri kanatlarını güç bela ayırtedebildiğim o kuş ağzında bir zarfla çıkageldi.
...
olmamalıydı. olması gerekmiyordu bundan oldukça emindim. nasıl olmuştu, neden olmuştu, niye bu haldeydim; bu haldeydi. bilmiyordum ama olmaması gerektiğini gereğinden fazla duyumsuyordum.
biteli. gideli. yiteli. aynı kutup iki mıknatıs gibi yaklaşıp yaklaşıp birbirimizi iteli çok olmuştu. olağan bir insan aklıa sahip birisi şimdiye dek oktan unutmuş olabilirdi. ama ben yapamadım işte. uzun zaman olmuştu. ve uzun zaman bunu başarabildiğimi. onu yaşamımın bir kıyısında somaya yakın bir saksı çiçeği gibi güneşimden uzak tutup kaderine bırakabileceğime olan inancım az da olsa filiz vermiş gibiydi. yanılmışım. uzun zaman dokunmadım. hep bir köşede öylece kalsın ellemeyeyim istedim. ondan kalan hiçbir fotografa dokunamadım; aldığım tüm albümler ambalajında kaldı. aldığı armağanları doldurduğum kutunun ağzını kalın bir bantla kapatıp, üstüne meyve desenli bir örtü örttüm. ona aldığım ama bir türlü veremediğim armağanları da içine attım. kapattım. üstünü örttüm. tüm yaşanmışlıklarımı kilitli bir sandığa gömer gibi gömdüm. böyle olmuyor muydu tüm filmlerde, romanlarda...böyle unutulmuyor muydu eskiler...böyle toplanmıyor muydu bten bir ilişkiye dair tüm hayat dağınıklıkları...
uzun zaman olmuştu. artık geriye gelmez, dönemez, dönemem sanmıştım. yanılmışım. aldanmışım.
bitmiş paketi burnuma götürüp tinerci çocukların tineri ciğerlerine çektiği gibi tütünü içime çekiyordum. yazma isteği içinde ancak yazamama eylemiyle kıvrandığım bir gündü. kapı çaldı. açtım. postacı. daha gündelik bir kuru selamımı bile veremeden elime bir zarf tutşturup merdivenlerin yamacına tırmanarak kayboldu. eğer benim gibi siz de bir bodrum kat bir evde yaşıyorsanız. gidenin ardından bakakalan gözleriniz hep gökyüzüne bakar gibi kalır. uzun uzun baktım ardından. gitti. bir çift postacı botu yankısıyla gitti.
zarfımla başbaşa kalmıştım.
(bölüm 1 )

20.11.09

zaman

ilginç bir kavram şu zaman. değişken ve çok boyutlu aslında. özüne inmeye çalıştıkça daha derine kaçan; kovalanan bir şey. bazen geçmesini, bazen de gelmesini bekleriz. "ah, şu günler bir geçsin..." ya da "ne zaman ... acaba..." her iki şekliyle de bekletir bizi. saniyelerden alır dakikalara, dakikalardan saatlere, günlere, aylara ve hatta yıllara doldurmaya çalışırız. yıllar birer anıya ve anılar da en sonunda bir ömre denk düşer.
her yaşantının içindedir zaman. güzel anılarımızın kanıtı: "onunla şu aylarda...", "biz, hepimiz bir sonbaharda..." vs vs vs... en hüzünlülerimizin de mührüdür tabi ki: "lanet olası bir kış ayıydı...", "temmuzu hiç semem..." gibi gibi gibi...
bazen şükrederiz bazen de lanetler yağdırdığımız olur.

şimdi benim burada bu yazıya başlamamla alakası ne olabilir şu "zaman"ın.

beklediklerim var olric!

gelmesini, geçmesini istediklerim...zamanla birlikte, zaman içinde...

yaşamak, hüznü ve sevinci, dinginliği ve gerginliği de özüne inerek, tadarak ve tattırarak geçip gitmektir. zam-an, çoğu dönem yaşam içre anlar bütünlüğü ve sıradanlığı gibi görünse de aslında (en azından benim) usumuzun asla alamayacağı boyutta bir okyanus kadar akışkanlık ve üstüste konmuş binlerce everest'ten aşağı bakmak kadar derinlik taşır.
şu dönemde umduğumu değil de bulduğumu yaşıyorum. akışkanlığın derinliğine kaptırdım gibi kendimi. her şey oldukça hızlı gelişiyor. sözün bittiği yer var ya hani. işte beni oraya götürüyor. kim mi: siyahın,gecenin, sessizliğin ve anlamın en güzel kolajı...zaman işte...zaman...



not:not'u da zaman aldı götürdü. başka bir aralıkta, başka bir dilde...

17.11.09

ka n

yüzün yakamozlanır akşam saatlerinde
kime çıkmaz piyangosu hüznün
belki de sombalığa en son
ve demir kırı bir taya
ertesi yasaktı, es vardı
bir tek uzun gecelerde

çıkrığında intihar edeceğim kuyu
zaman kuyusu, soluksuz ve ıssız
inip çıkar ölüm, durana dek yüzümdeki
sevişen kederlerle gülün gümü
adımdan çıkardım bir a
gözlerimde gezer geriye kalan

kaan ince

(sıcak bir ağustos'a neler vermezdim ki şimdi...)

12.11.09

tüm acıdaşlarıma arabesk bir konçerto ve vivaldi sabah sabah...

ve gitmek sonsuza açılan uçurumdur,
gitmeninaçtığıyaranınderinliğininbüyüklüğü
ve kalanın
buderinacınıniçindekihalveti
ve zamanın
onarmadan akıp geçmesi, kişiyi kendine çeker [her birini bir diğer köşeye]
...
bağlaç yok'olur
...
bir başınalık ve tekdüzelik sarar her yanı...
şarkılar ve şiirlerin anlamsız kalışı tam da bu noktadadır,
romanlardaki karakterlerin birer hayal ürünü oldukları bu günlerde algılanır,
göçmen göçünü yola bu vakitlerde vurur,
söz uçar
yazı ...
yazının da uçmayacağına kimse garanti veremez...

not: acı kavramı ne kişiye göre değişebilir ne de yaşanılan zamana. acı, kişinin varlığıyla eşdeğerdir. kişi varoldukça acı da kendini yenileyip, yineleyecektir. acı, değişmez ve biraz da kalıcıdır.
ve bazen sözcükler tümcelerden daha anlamlı kalabilir: bkz.
özlemek - özürlemek - özrü dilemek - öze dönmek - öze dönmeyi istemek - özden geçmek - özden kopmak - özgürleşmek ...

8.11.09

gidenin karşısında kalan, kalanın ardından giden...

kim ne kadar, nereye gitmiştir!
….
giden, sadece bir mekan ve zaman değişikliği içindedir.
kim bilir
belki de kalan, gidenin içinden kopup gitmiştir
ve kendi istemiştir…
Ve böyle kalsın istemiştir…
Ve geç kalmayı seçmiştir…
Ve yanlışa inanmıştır…
Belki kandırılmıştır…
Kırılmıştır…
Biraz kırmıştır…

giden mi kaybedendir yoksa kalan mı….
Gideni bir noktaya, kalanı da daha bir uzak noktaya yerleştirdiğimizde; gidenin kalana göre uzaklığı ile kalanın bu gidiş eylemine olan toplam uzaklığı usa sığmaz boyutlardadır.

(şimdi bu yazının üstüne bir kadeh kırmızı şarap ve fonda cohen...)

24.10.09

şiirdir...derindir..şairlik çeker insanın "can"ı

bir bıçak edin artık kendine
bırak avutmayı bedenini
ucuz zehirlerle, alkol vb.
balkırken ölümün çelik dikeni

bir bıçak...
kromaj kaplı bir kan lekesi
parlasın üstünde ve
uğuldasın ölümün sesi

bir bıçak edinin...
önce ucunu dene
iyi gelirse eğer
gömersin şehvetle etine

bir bıçak edinin artık...
bileğine bir şans tanı
eğlenirsin hem işte birkaç saniye
de olsa seyrederken fışkıran kanı

bir bıçak edin artık kendine
titremeye başlamadan elin
bulamazsın sonra yaşlanınca damarı
kaçar tadı şölenin

İsmail Uyaroğlu - BIÇAK

"ben buradayım sevgili okuyucum, sen neredesin acaba?"